Bilişim Hukuku – Bilişim Ceza Hukuku – Ceza Hukuku – İş Hukuku

Devletlerin Birbirlerine Karşı Kuvvet Kullanımı

 Devletlerin Birbirlerine Karşı Kuvvet Kullanımı
“Jus Ad Bellum” Kapsamında
GİRİŞ

Her ne kadar günümüzde devletler arası kuvvet kullanımı yasaklanmış olsa da, uluslarası toplumda devletlerin birbirlerine karşı kuvvet kullanmaları uzunca bir süre hukuka uygun görülmüştür. Bu hukuka uygunluk durumu ilk olarak 1925 tarihinde Almanya, İngiltere, Fransa, Belçika ve İtalya arasında imzalanmış olan “Ren Misakı”  ile sona ermeye başlamış olup, akabinde daha kapsamlı bir şekilde “Briand-Kellogg” isimli bir Antlaşmayla devam etmiş ve son olarak evrensel düzeyde Birleşmiş Milletler Antlaşması (“BM Antlaşması”) ile sona erdirilmiştir. Günümüzde de hala geçerli olan BM Antlaşmasının 2/4 maddesi uyarınca kural olarak devletlerin birbirlerine karşı kuvvet kullanmaları açık bir şekilde yasaklanmıştır. İlgili madde metni “Teşkilatın üyeleri, milletlerarası münasebetlerinde gerek herhangi bir başka Devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı, gerekse Birleşmiş Milletlerin amaçları ile telif edilmeyecek herhangi bir surette, tehdide veya kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar” şeklindedir.

YASAĞIN KAPSAMI

BM Antlaşmasının 2/4. maddesi “herhangi bir başka devlet”e karşı kuvvet tehdidini ve kullanılmasını yasakladığı için yasak yalnız BM üyesi devletlere karşı girişilecek eylemlerle sınırlı olmayıp, BM üyesi devletlere karşı  girişilecek eylemlerle sınırlı olmayıp, BM üyesi olmayan devletlere karşı da girişilecek bu tür eylemleri kapsamaktadır.[1] Bununla birlikte bu yasak yalnızca uluslararası alanda geçerli olduğundan, devletlerin kendi ülkeleri içerisindeki ayaklanmaları bastırma veya iç savaş durumlarını kapsamamaktadır. Kuvvet kullanma dendiği zaman, savaş gibi en geniş çaplı ve yoğun olan kuvvet kullanma yollarından; abluka, ambargo, bombardıman gibi sınırlı zararla-karşılık yollarına, geniş çaplı da sınırlı da olabilen değişik nedenlerle karışma yollarından; kuvvete başvurma yasağının hukuka uygun bir istisnasını oluşturan meşru savunma durumlarına kadar, tüm yollar anlaşılmaktadır.[2]

Kuvvet kullanma yasağı kapsamında yalnızca kuvvet kullanma değil, kuvvet kullanma tehdidi de hukuka aykırı bir fiil olarak kabul edilmektedir. Kuvvet kullanma tehdidi ise bir devletin belirlemiş olduğu şartlara uyulmaması halinde, bir devlete karşı kuvvet kullanılması için hukuka uygun hiçbir sebep olmaksızın kuvvet kullanacağını açık veya zımni bir şekilde belirtmiş olması olarak tanımlanabilir.

ULUSLARASI HUKUKTA JUS AD BELLUM VE JUS IN BELLO KAVRAMLARI

“Jus in bello” savaş hukuku anlamına gelmektedir ve savaş esnasındaki hukuku düzenler. “Jus ad bellum” kavramı ise savaşa başvurmanın hukuku anlamına gelmekte olup, savaşın haklılığını incelemektedir. Jus ad bellum, savaşa girme sebebinin kabul edilebilir olup olmadığına bakarak bu sebepleri belirli kurallara bağlamaktadır. Modern jus ad bellum’un esas kaynağı BM Antlaşması’nda yer alan Madde 2/4 ve VII. Bölüme dayanmaktadır.[3]

KUVVET KULLANMA YASAĞININ İSTİNASLARI

Kuvvet kullanma yasağının birden fazla istisnası bulunmaktadır. Bunlar, “BM kararları uyarınca kuvvet kullanma”, “BM çerçevesinde özel askeri anlaşmalar yapılana kadar beş büyük devlete tanınan kuvvet kullanma yetkisi”, “II. Dünya Savaşında düşman olan devletlere karşı kuvvet kullanılması” ve “Meşru müdafaa” olmak üzere 4 başlık altında incelenmektedir.

BM KARARLARI UYARINCA KUVVET KULLANMA

BM Antlaşmasının özellikle VII. bölümünde düzenlenen uluslarası barışın ve güvenliğin korunması ve tartışmalı olmakla birlikte Uluslararası Adalet Divanı’nın kararlarına uyulmasını sağlamak amacıyla 94. maddesi çerçevesinde BM organlarının kararları uyarınca kuvvet kullanılması olarak değerlendirildiği bir durumu oluşturmaktadır.[4]

BM ÇERÇEVESİNDE ÖZEL ASKERİ ANLAŞMALAR YAPILANA KADAR BEŞ BÜYÜK DEVLETE TANINAN KUVVET KULLANMA YETKİSİ

BM çerçevesinde özel askeri anlaşmalar yapılana kadar beş büyük devlete tanınan kuvvet kullanma yetkisi, BM Antlaşmasının XVII. Bölümünün “Güvenliğe İlişkin Geçiçi Hükümler” başlıklı madde 106’da yer alan ” Güvenlik Konseyi’ne, kendi kanısına göre 42. madde uyarınca üzerine düşen sorumlulukları yüklenmesi olanağını verecek olan ve 43. madde’de sözü edilen özel anlaşmalar yürürlüğe girinceye değin, 30 Ekim 1943’de Moskova’da imzalanan Dört Ulus Bildirgesi’nin tarafları ile Fransa, işbu Bildirge’nin 5. maddesi uyarınca, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekebilecek her türlü eyleme Birleşmiş Milletler adına birlikte girişmek üzere birbirlerine ve, eğer durum gerektiriyorsa, Birleşmiş Milletler’in öteki üyelerine dannışacaklardır. ” hükmünden ibarettir.

  1. DÜNYA SAVAŞINDA DÜŞMAN OLAN DEVLETLERE KARŞI KUVVET KULLANILMASI

Bu istisna, BM Antlaşmasının 107. ve 53. maddelerinde ele alınmıştır. 107. maddeye göre; Antlaşmanın hiçbir hükmü, Antlaşmayı imzalayan herhangi bir devletin İkinci Dünya Savaşı sırasında düşmanı durumunda olan bir devlete karşı, bu konuda sorumluluk sahibi hükümetlerin sözkonusu savaşın sonucu olarak giriştiği ya da girişilmesini uygun bulduğu bir eylemi ne etkiler, ne engeller. Antlaşmanın 53/2. maddesindeki düzenlemede belirtildiği üzere de, düşman devlet terimi, İkinci Dünya Savaşı sırasında işbu Antlaşma’yı imzalamış herhangi bir devletin düşmanı olmuş olan herhangi bir devleti anlatır.

MEŞRU MÜDAFAA

Güvenlik Konseyi onayı olmadan kuvvet kullanma, silah, ordu gücü kullanma yalnızca meşru müdafaa ile mümkündür. Meşru müdafaanın, uluslararası hukukta devletlere yüklenen bir görev olmayıp, temel olarak devletlere tanınan bir hak olduğu belirtilmektedir. Günümüzde ne sebeplerle ve ne şekilde meşru müdafaa hakkına başvurulabileceği BM Antlaşmasının 51.maddesinde düzenlenmiştir. İlgili madde metni “Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.” şeklindedir.

Bu bağlamda, meşru müdafaa hakkının kullanılabilmesi için önkoşul olarak silahlı bir saldırıya hedef olunması gerektiği tartışmasızdır. Tartışmalı olan konu ise “silahlı saldırıya hedef olunma” durumunun ne zaman gerçekleşmiş olacağı hususudur. Bir devletin silahlı saldırıya hedef olmuş sayılması için silahlı saldırının fiilen gerçekleşmiş olması gerekli midir? Yoksa silahlı saldırı tehdidi altında olması da “saldırıya hedef olma” koşulunu tamamlanmış olması için yeterli midir? Bu gibi sorular ve bu sorulara verilen cevaplara göre meşru müdafaa hakkının kullanılmasını noktasında farklı çeşitler ortaya çıkmaktadır. Yazının devamında meşru müdafaa çeşitlerinden bahsedilecektir.

Meşru müdafaa hakkının kullanımının anlaşılması noktasında verilebilecek en iyi örneklerden birisi “Caroline” olayıdır.  “Caroline” olayı, 1837 senesinde Kanada’nın İngiltere’ye karşı verdiği bağımsızlık savaşı sırasında ortaya çıkmış olup, “Caroline” ismi bu savaşta nötr konumda olan Amerikalılara ait bir geminin isminden gelmektedir. Kanadalılar savaş esnasında ihtiyaç duydukları silah yardımını bu gemiden temin ediyorlardı. Akabinde İngilizler bu gemiyi ele geçirerek, Niagara Şelalesinden aşağı atmıştır. Bu olayda gemide bulunan bazı ABD vatandaşları yaşamını yitirmiş ve bunun üzerine sorumlu görülen bir İngiliz tutuklanmıştır. Olay sonrasında İngiliz Dışişleri Bakanı, İngiltere’nin meşru müdafaa ve kendini koruma hakkına dayanarak bu eylemi gerçekleştirdiğini ifade etmiştir. Bu olayda İngiltere, gemiyi yok ederken meşru müdafaa hakkı çerçevesinde hareket ettiğini ileri sürmüştür. İngiltere’ye göre Caroline korsan bir gemiydi ve ABD kendi sınır hattında kendi yasasını uygulayamadığına göre İngiltere meşru savunma için gerekli önlemleri almıştı. ABD, İngiltere’nin bu görüşünü reddetmiş ve sorun hakemliğe götürülmüştür. Hakemlik kararına göre meşru müdafaa hakkının kullanılması için tehlikenin o an ortaya çıkmış, ani, başa çıkılmaz ve başka hiçbir korunma yoluna başvurmaya imkân bırakmayacak nitelikte olması gerektiği belirtilmiş ve bu olayda İngiltere’nin meşru müdafaa boyutlarını aştığı ortaya çıkmıştır.[5]

Konuyla ilgili bir diğer örnek ise “Virginius” olayıdır.  “Virginius” olayı 1873 tarihinde gerçekleşmiş olup, adını yine Amerika Birleşik Devletleri’ne ait bir gemiden almaktadır. “Virginius” gemisi Küba’da İspanya’ya karşı yürütülen isyana yardımda kullanılmakta olan bir gemiydi. İspanyol kuvvetlerinin bu gemiyi ele geçirerek içerisinde bulunan Amerikan ve İngiliz vatandaşlarını yargılama yapmaksızın öldürmeleriyle sonuçlanan olayda Birleşik Krallık, vatandaşlarının yargılama yapılmaksızın öldürülmesi hususunun İspanyollar tarafından meşru müdafaa hakkının kullanımı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmiştir.

BM Antlaşmasının 51. maddesi kapsamında bir meşru müdafaadan söz edebilmek için bazı şartların bir arada bulunması gerekmektedir. Bu şartlar, silahlı saldırı şartı, orantılılık ve aciliyettir. Ayrıca, meşru müdafaa hakkına başvurulması konusunda Güvenlik Konseyi’ne bildirim yapılması da yine anılan madde uyarınca zorunlu tutulmuştur.

MEŞRU MÜDAFAA ÇEŞİTLERİ

Meşru müdafaa kavramına geniş anlamda bakıldığında saldırının tahmin edilebilirliği ile düşünce payının varlığı noktalarında karşımıza iki adet meşru müdafaa şekli çıkmaktadır. Bunlardan birisi ivedili/erken meşru müdafaa olup, diğeri ise önleyici meşru müdafaadır.

İVEDİLİ ( ERKEN) MEŞRU MÜDAFAA

İvedili meşru müdafaa, başka bir deyişle erken meşru müdafaa, uluslararası bir teamül kuralıdır. İleriye dönük bir kendini savunma hakkından ibarettir.  İvedili meşru müdafaa hakkının kullanılması için saldırının tahmin edilemez olması, çok yakın olması ve ileride müdahale etmenin mümkün olmaması gerekmektedir. Savunma ihtiyacı acil olmalıdır, savunma gerekli olmalı, saldırı önemli boyutta olmalı ve diğer araçlarının kullanılması mümkün olmamalıdır. Bir diğer önemli nokta ise burada düşünce payının olmamasıdır. Henüz fiilen silahlı saldırı olmamasına rağmen silahlı saldırının her an ortaya çıkabilme olasılığının yüksek olduğu hallerde ivedi bir şekilde uygulanmaktadır.

ÖNLEYİCİ MEŞRU MÜDAFAA

Önleyici meşru müdafaa ise günümüzde yasaklanmış olması sebebiyle kullanılmamaktadır. Burada yapılan saldırı, kendini korumaktan ziyade, düşmanı zayıflatmak, yenmek amacı taşımaktadır. Saldırı aralığı fazla olduğundan düşünme payı da mevcuttur. Önleyici meşru müdafaanın, bir devletin çok yakın bir saldırıya hedef olması haline dayanılarak kullanıp kullanılamayacağı doktrinde tartışmalı bir konudur. Bazı yazarlar hiçbir koşulda önleyici meşru müdafaanın kullanılamayacağını savunurken, diğer yazarlar ise tehdit altındaki devletin, başka bir yol olmaması halinde önleyici meşru müdafaa hakkını kullanabileceğini savunmaktadır. Ancak genel görüş önleyici meşru müdafaanın günümüzde kullanımının yasak olduğu yönündedir.

Öngörücü meşru müdafaa kavramının önleyici meşru müdafaa kavramından temel farkı, önleyici meşru müdafaa kavramının “vukuu muhakkak” bir tehdit karsısında, öngörücü veya sezgisel meşru müdafaanın ise “vukuu muhtemel” tehditler karsısında söz konusu olabilmesidir.[6]

DOLAYLI SALDIRILARA KARŞI MEŞRU MÜDAFAA HAKKI

Dolaylı saldırı “ülkesini başka bir devletin emrine veren bir devletin, ülkesinin o devlet tarafından üçüncü bir devlete karşı saldırı amacıyla kullanılmasına izin vermesi ile bir devlet tarafından veya bir devlet adına diğer bir devlete karşı yukarıda listesi verilen fiillere varan veya o ölçekte olan silahlı kuvvet fiillerini icra eden silahlı çetelerin, grupların, gayri nizami askerlerin veya paralı askerlerin gönderilmesi veya bu gibi fiillere önemli ölçüde karışılması (müdahil olunması)” olarak tanımlanmaktadır.[7] Dolaylı saldırıya örnek olarak silahlı saldırının düzensiz silahlı grupların dolaylı saldırganlık olarak tanımlanabilecek eylemlerini kapsayan Nikaragua davası verilebilir.

Uluslararası Adalet Divanı’nın 27 Haziran 1986 tarihli Nikaragua’ya karşı Askeri ve Yarı-Askeri faaliyetlere ilişkin kararında, bir devletteki karşı gruplara silah ve benzeri şeyleri tedarik etmenin silahlı saldırı ile bir tutulamayacağının altı çizilmiştir. Bununla birlikte Divan, 1970 Devletlerarası İşbirliğine ve Dostça İlişkilere İlişkin Karar’ına gönderme yaparak, “her devletin, bir başka devletin içindeki sivil mücadele hareketleri ya da terörist hareketleri örgütlemek, kışkırtmak, bunlara yardımda bulunmak ya da bunların içinde yer almaktan ya da bu tür hareketlerin yürütülmesine yönelik olarak kendi toprakları içinde yürütülen örgütlü etkinliklere rıza göstermekten, bu paragrafta sözü edilen hareketler güç tehdidi ya da güç kullanımı içerdiği zaman, kaçınmakla yükümlü” olduğunu belirterek hem ABD’nin yaptığının bir uluslararası hukuk ihlali olduğunu dile getirmiş hem de sadece bir devletin ülkesinde yer alan gruplara silah sağlamakla Nikaragua’nın iddia ettiği meşru müdafaa hakkının doğduğunu da reddetmiştir, meğer ki yukarıda verilen 3314 sayılı BM Genel Kurulu kararının 3. Madde (g) paragrafında değinildiği üzere bu örgütlere sağlanan destek, çetelere / gruplara silahlı kuvvet fiillerini icra edebilecek imkanları sağlasın.[8]

Divan, bir devletin bir başka devletin ülkesine silahlı gruplar göndermesiyle, ki Divanbu durumun meşru müdafaaya vücut vereceğini kabul etmiştir; asilere silah ve lojistik destek sağlama durumu arasında kalan fiillerin hangi türden bir hukuka aykırılık oluşturacağı hakkında bir yargıya varmamıştır.[9]

SONUÇ

Kuvvet kullanımı, eski çağlarda devletler tarafından bir hak olarak görülmüş olup, zaman içerisinde yavaş yavaş sona erdirilmek istenmiş ve akabinde Birleşmiş Milletler Antlaşmasıyla evrensel bir şekilde yasaklanmıştır. Yapılan bu anlaşma ile devletler arasındaki fikir ayrılıklarının, çatışmaların, uyuşmazlıkların barışçıl bir yolla çözümlenmesi amaçlanmıştır.

Her ne kadar devletler arasında yapılmış olan Birleşmiş Milletler Antlaşmasıyla evrensel bir şekilde kuvvet kullanma yasağı ilkesi mevcut ise de, bazı koşulların varlığı halinde devletlerin hala birbirlerine karşı kuvvet kullanma olasılıkları bulunmaktadır. Bu noktada hiç şüphesiz en önemlisi kullanılan kuvvetin orantılı olmasıdır. Orantısız kuvvet kullanımı her şekilde hukuka aykırı olacaktır. Kuvvet kullanma yasağına getirilmiş olan istisnai haller teamül kurallarıyla belirlenmiştir ve teamül kuralları herkes için bağlayıcıdır. Bu kapsamda, teamül kurallarının belirlediği sınırların dışına çıkılmaksızın ve yine yukarıda değinilen şartların oluşması halinde devletlerin birbirlerine karşı kullandıkları kuvvet hukuka uygun kabul edilebilecektir.

Av. Pelin Topçuoğlu

Taygün & Özmestik Hukuk Bürosu

Mayıs / 2020 / İstanbul

KAYNAKÇA

  • Aslan Gündüz, “Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar”, Beta Yayınları, İstanbul, 2015
  • Funda Keskin, “BM ve Kuvvet Kullanma”, Avrasya Dosyası, BM Özel
  • https://myuniversities.wordpress.com/2012/07/01/nikaragua-davasi-isiginda-uluslararasi-hukukta-mesru-mudafaa/, Son erişim tarihi 01/05/2020
  • https://uluslararasihukukcalismalari.wordpress.com/2017/02/21/caroline-olayi/, Son erişim tarihi 30/04/2020
  • Hüseyin Kocabay, “Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, T.C. Abant Izzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslarası İlişkiler Anabilim Dalı, Bolu, 2014
  • Hüseyin Pazarcı, “Uluslararası Hukuk”, Turhan Kitapevi, Ankara, 2015
  • Klevis Kolasi, “Savaşın Değişen Niteliği ve Jus ad bellum ve Jus in bello’ya Etkisi”, İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 35, 2017
  • Özhan Hancılar, “Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabili Dalı, Ankara, 2004

[1] Hüseyin Pazarcı, “Uluslararası Hukuk”, Turhan Kitapevi, Ankara, 2015, s.518.

[2]  Funda Keskin, “BM ve Kuvvet Kullanma”, Avrasya Dosyası, BM Özel, s. 150.

[3] Klevis Kolasi, “Savaşın Değişen Niteliği ve Jus ad bellum ve Jus in bello’ya Etkisi”, İnsan Hakları Yıllığı, Cilt 35, 2017, s.18.

[4] Pazarcı, s.525.

[5] https://uluslararasihukukcalismalari.wordpress.com/2017/02/21/caroline-olayi/, Son erişim tarihi 30/04/2020

[6] Hüseyin Kocabay,”Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanımı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, T.C. Abant Izzet Baysal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslarası İlişkiler Anabilim Dalı, Bolu, 2014, s. 56.

[7] Aslan Gündüz, “Milletlerarası Hukuk Temel Belgeler Örnek Kararlar”, Beta Yayınları, İstanbul, 2015s.176

[8] https://myuniversities.wordpress.com/2012/07/01/nikaragua-davasi-isiginda-uluslararasi-hukukta-mesru-mudafaa/, Son erişim tarihi 01/05/2020

[9] Özhan Hancılar, “Uluslararası Hukukta Meşru Müdafaa Hakkı”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabili Dalı, Ankara, 2004, s.67.